Sayfalar

4 Kasım 2016 Cuma

Bir Zamanlar

Kırlangıçlar yuva yapardı,
Damların altlarına.
Gagalarıyla topladıklar yiyecekleri,
Bir bir yedirirlerdi yavrularına.

Gergin serum lastiğinin
Etkisinden kurtulan bir taş,
Süratle çarpardı
Minik bir serçenin bağrına.
Göğsü parçalanan kuş
Çırpınarak düşerken aşağıya,
Küçük bir avcı sevinçle koşardı
Avını yakalamaya.

Köyden geçen kervanlar,
Ve develerin çıngırak sesleri.
Görülmeye değerdi,
Yol yapmaya gelen,
YSE’nin greyderi.

Erkekler ağaç başında
Değnekleriyle çırparken dalları,
Dalından kopan zeytin taneleri
Patır patır dökülürlerdi
Yere serilen çarşafa.
Kadınlar ise ellerinde sepet
Çoraptan yapılmış eldivenleriyle
Koyulurlardı uzağa düşen
Zeytinleri toplamaya.

Biz tahtadan arabayla oynardık
Bir zamanlar…
Kiminin binecek bir arabası var,
Kiminin de yok, kimse de bindirmeyince,
Çekilir bir kenarda ağlar…
Tekeri büyük olan daha uzağa giderdi,
Diğerlerini bir bir sollarken,
O keyif görülmeye değerdi.
Arabalar büyük bir gürültüyle
Aşağıya doğru hızla alırken yol,
İçimizi sevinçle karışık bir hüzün kaplardı,
Arabaların dinlenme vakti yaklaşırdı çünkü,
Yukarıya doğru sahipleri tarafından sırtlarda taşınırdı.

Lastik pabuçlarımızı
Ters giyerdik bir zamanlar,
Ayağımızdan çıkmasın diye.
Annemiz fırın ekmeğine
Yoğurt sürerdi, biraz da pul biber,
Yavrum oynarken acıkmasın diye.

Ya o Ağustos sıcağının alnında,
Gazoz kapaklarıyla oynayan akıllı,
Ve ona uyan kardeşler kaçışırdı,
Yoksa bir yerlerini hedef alırdı,
Damda sekerek gelen el taşları.

Televizyon olmayan eve
Gitmek istemezdim o zamanlar.
Sokak lambaları olmadığı için
Ellerinde bir fener gibi tuttukları
Yanan çıralarla aydınlatırlardı önlerini
Geceleyin yolda olanlar.

Hele o Ramazan Bayramlarının
Tadı bambaşka olurdu.
Büyük bir gürültüyle patlayan torpiller,
Gökyüzünü tiz bir sesle yaran roketler,
Ve delecek bayramlık elbise arayan
Hain bir arı gibi uçuşan kız kaçıranlar…
Tam bir cenk alanı gibiydi Musalli.
Topladığımız harçlıklarla
Köfte-ekmek yerdik.
Karnımız doyunca,
Biz de cephanemizi toplayıp
Savaşa dahil olurduk,
Ta ki bayram harçlıkları
Duman olup uçuncaya kadar…

Dedem eksik parmaklarıyla
Eşelerdi toprağı.
O sırada bir ses duyulurdu uzaktan,
Anlaşılan acıkmıştı emektar kara kaçanı.
Fasulye, domates, patlıcan ve kabak,
Bir cennet bahçesine dönerdi eşelenen o toprak.
İnşallah cennetten bir bahçe olmuştur dedeciğim,
Öldüğünde seni yatırdıkları kumlu toprak.

Ben ağlamayayım da kimler ağlasın,
Dağdan sırtımda çuval, içinde kabak,
Taşıdığım o güzel günleri,
Benden başka kim anımsasın…

Sıcak bir yaz gününde
Ilık ılık eserken rüzgar,
Bir yanda ocakta yemekler pişiyor,
Diğer tarafta soğuk suda yüzen bir karpuz,
Ben tahta otobüsümü sürerken,
Ninemin kedileri avluda koşuşturuyor.

Ne kadar cesur olduğunu anlardın
Suya gelen eşek arısını
Eliyle hızla yakalayıp
Yere doğru çarparken görsen.
Bir de bakarsın ne de yufka yüreklidir,
Dostlara kahvede çay ısmarlarken,
Çocuklara harçlık dağıtırken.

Kimler geldi kimler geçti,
Dayanır mı yürekler?
Kedilerini sabunla yıkayan,
Torununu fare fakıyla yakaladığı serçelerin
Közlenmiş kelleleriyle besleyen nineler.

Her sabah önüne sığırlarını katmış
Dağa giderken gördüğün köylüler.
Bir gün uyanırsın
Evinde ağıtlar yakılıyor.
Nergizli’de iki kişi,
Elinde çapa, kürek,
Mezarı kazılıyor.

Uyan din kardeşim,
Ömür çok kısa bir bilsen.
Allah’a yönelmek lazım,
Sana verilen ömrü,
Eğer zayi etmeyeceksen.

Özer COŞĞUN
(Soğukoluk Köyü Hatıraları
                          Çine, Aydın)

10/01/2011 Saat 22:50

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder